..

..









İLAHİ GEREKÇE
Spiritüel Derinlik






ERDAL AKDOĞAN












Copyright © 2017 Erdal Akdogan
                                               


Başlangıç

Giriş 1
Giriş 2
Giriş 3

BÖLÜM BİR

Yasak Elma
Melekler
Şah Damarı
Şeytan
Ölüm
Cennet ve Cehennem

BÖLÜM İKİ

Boşluk
Kader
Ego (Nefs)
Başka Boyutlar

BÖLÜM ÜÇ

Evrim Teorisi ve Ego
Ölmeden Önce Ölmek
Yalanlar ve Gerçek
Özden Kopuş







GİRİŞ 1

                                               
                                         
    
  Bu kitabı okumaya başladığınızda aklınızda birçok soru oluşacak, bazı soruların cevabını kitapta bulacaksınız, bazılarının cevabı olmayacak, hatta bazılarının cevabını da siz vereceksiniz. Belki de aklınızda oluşacak bazı sorulara kendiniz kendi cevabınızı bulmaya çalışarak kendi ruhsal gelişiminize yol alacaksınız. Bazen, işlenen bazı konuların sonuçlanamadığını veya tam anlatılamadığını yâda eksik kaldığını fark edeceksiniz, çünkü kitapta geçen bazı konuları anlatım dilini ne kadar iyi kullanırsanız kullanın kelimelerle ifade edemezsiniz.

                                                        















GİRİŞ 2




  Bilinen tüm kutsal kitapların ve kutsal kabul edilen metinlerin, yüzlerce yıldır, sayısız defa çeşitli şekillerde açıklayıcı kitapları (Mealleri) yazılmıştır. Bu kitaplar çoğu kez bir guruba, bir zümreye bağlı olanlarca yazılmışken Çok azı bağımsız ve tarafsızdır.

  Tüm kutsal kitap ve metinlere kutsallığı katan doğal olarak insanın kendisidir. Bitkiler için yâda hayvanlar ve diğer yaşam formları için kutsallık bizim anladığımız şekilde bir şey ifade etmez.

  Tanrı bir kitap indirmiş ama insanoğlu onu açıklamak ve anlatmak için binlerce kitap yazmıştır. Kutsal kitapların ve metinlerin her cümlesinde her kelimesinde hatta bazen her harfinde gizli anlamlar aranmış, bir harf için bin çeşit yorum bulunmuştur. Tanrının yazmış olduğu kitaba bu kadar sır gizlemesi, normal bir insan için anlaşılmaz hale getirmiş olması ve sadece azınlıkta bir gurubun bu sırlara hâkim olması gibi bir durum hiç de adil durmuyor. Tanrı bu kitaplarını herkes anlasın diye yazmıştır, içinde sıradan insanların anlamasını engelleyici unsurların olduğunu söylemek bu kitapların azınlıklara yollanmış olduğu anlamına gelir ki bu doğru değildir. Fakat kitaplar üzerinde uzmanlaşmak gerektiği de kesinlikle doğrudur.

  Kutsal kitap yorumları her devre ve her şarta göre değişiklik göstermiştir. Her devre göre açıklamalarında ki farklılıklar kutsal kitapları bulunduğu zamana uyarlama zorlamalarından başka bir şey değildir. Tanrı her devirde farklılaşsın diye, farklı anlamlar aransın diye, kutsal sayılan bir kitabı göndermeye gerek görseydi her on yılda bir kendisi yeni kitap gönderir ve bu işi çözerdi.

  Kutsal kitapların ortak özelliği, içinde ders verici, ibret alıcı küçük hikâyelerin olmasıdır. Bazen günlük hayattan bazen öteki dünyadan figürler kullanılır, iki dünyadan konular özel bir dille aktarılır ve sonunda bağlayıcı emirler veya tavsiyeler verilir.

  Kutsal kitaplar bildiğimiz hukuk kitapları yâda anayasa kitapları gibi madde madde düzenlenmemiştir. Sadece anlatılmak istenen konu ile ilgili kurgular, senaryolar barındırmış, o zamanın kişi ve olayları temel alınmıştır.
  
                                                            













                          







GİRİŞ 3




   Bu kitap, Tüm dinlerde bahsi geçen konulara bugüne kadar yapılmamış şekilde açıklamalar getirmek ve oluşan kavram karmaşalarına bir son vermek niyetindedir.

   Dışta bir dünya aramak, dışta bir Tanrı aramak zamanı geçiyor. Gerçek olan başlıyor, kıyamet akıllarda kopuyor. Din adı altında şişirilen tüm sahte balonlar patlıyor, Şimdi gerçek dinin zamanıdır. İçinde şiddet olmayan, kin olmayan, ayrımcılık olmayan, ırkçılık olmayan, ölüm olmayan, zulüm olmayan bir aydınlık zaman parıldamakta. Binlerce yıldır savaşlara sebep olan, Din için diye insanları savaşlara gönderen, Tanrı emridir diye insanları öldürmeyi hak haline getiren zalimlerin devri verilen tüm masum kurbanlarla son buluyor.

   Tanrı kurguladığı senaryolarda her şeyin izlerini bırakmıştır. Şimdi, hep beraber Tanrının aklının içine dalalım, akıllarda ki kıyama açılalım.















BÖLÜM BİR

Kutsal Gerekçeler



























YASAK ELMA




  Muhtemelen dünyanın en bilindik hikâyesidir Âdem ile Havanın cennetten kovuluşu! Tanrı senaryosunda, bin bir özenle yarattığı ilk erkeği ve ilk kadını sadece ve sadece her nedense yemelerini men ettiği bir elmayı yedikleri için cezalandırır. Hem de öyle böyle cezalandırmaz, elmanın kıymeti öyle çoktur ki Tanrı bunun için ilk insanlara ilk cezayı verir ve cennetinden kovar.

   Muhtemelen böyle bir kovuluş anladığımız biçimde hiç olmadı. Burada açıkça ego işaret ediliyor yani nefis! Diyor ki Tanrı; her daim iki şeyin arasında tercih yapıyorsun, iyi ve kötü. Hislerini duygularını izlersen merhamet ve sevgiyle hareket edersen yerin mutlulukta yani cennette, yok hislerinle arana mantığı, düşünceyi, hesabı kitabı koyarsan, acımasız ve sevgisiz olursan yerin cehennemdedir. Her iki durumda da yasak elmayı yiyip yemeyeceğine sen karar vereceksin cennette kalmayı istiyorsan iyiyi seçersin, yok cehennemde yaşamak istiyorsan kötüyü seçersin.

  Her şey insanın eline bırakılmış, Tanrı bizi suretinden yaratmış ve bizi düşünce tarlası olan yeryüzün de kendine halife seçmiş, bu boyutta Ne gidecek bir cennet ne de cehennem var her şey burada olduğumuz yerde oluyor. İyilik onun yaratımı olduğu gibi şerde onun yaratımı ve sonsuzluk açısından bakarsak aslında her şey birdir. Bakın muhteşem dünyaya her şeyden o kadar bolca var ki ve yaratılan en küçük şey bile öylesine muhteşem ki buradan ala oyun alanımı olur.

     Sen yasak elmanı nasıl seversin?












MELEKLER




Hemen hemen tüm inançlarda meleklerin insanların omuzlarında olduğuna inanılır. Tanrının kurgusu gereği, Sağda iyi meleğin solda ise kötü meleğin var olduğuna inanılır. İnsan her neye inanıyorsa bu iki melekten biri ona daha çok yol gösterirmiş. Tanrı senaryoda bize iki melek vermiş, ikisi de bizim omzumuzda!

Omzumuzda olan, yani omuzladığımız görünen tek şey kafamız ve içindeki iki bölümlü beynimizdir. Beynimizin sağ lopu (bölümü) duyguları, hisleri, inanç konularını, her şeyin bir olduğu ulvi dünyayı, yani maneviyattan oluşur. Oysa beynimizin sol lopu (bölümü) hesap kitap yapmayı, iyi kötü diye sınıflandırmayı, acımasız olmayı, her şeyde mantık aramayı, her şeyi bilimle çözmeye çalışmayı, var olan her şeyi akılla izah edişi seçmeyi görev bilmiştir, yani madde ve mantık dünyasıdır. 

  Ego yani Şeytan ile Bilinç yani Melek kafamızın içinde. Şeytanda bir melektir. Şeytanı da yaratan ve ona yaptıkları için izin verende Tanrı. Onu bizim gördüğümüz şeklinde kendine rakip yaratmamıştır. Bu mümkün değildir.

  Farkındalığımızı arttırırsak ne düşündüğümüze ve ne konuştuğumuza dikkat edersek hangi meleğin sözünü dinlediğimiz ortaya çıkar. Şimdi, omuzlarımızda taşıdığımız iki melek vardır doğrudur ama onlar sadece omuzlarımızda değil tamda kafamızın içindedirler. Her neyi düşünmeyi seçiyorsan meleklerin zaten her daim hazır, Tercih senin ama unutma iyi melek gerçektir ve evrenseldir.

Meleklerin sana ne diyorlar?














ŞAH DAMARI





  Kutsal kitaplarında Tanrı der ki; “sana şah damarından daha yakınım”. Yani?

  Bir şeyin bize şah damarından bile yakın olması da nedir? Bize bu kadar yakın olan her neyse yakınlıktan da öte içimizde olduğunu ima ediyor. Evet, Tanrının açık seçik bizimle birlikte olduğunu bundan daha güzel açıklanamazdı. İçimizde bir bütün olarak tek bir vücuttayız, tekiz, biriz. Ondan izler taşıyoruz.

  Sadece Vücudumuzu hücre boyutunda bile izlersek görürüz ki aslında içimizde dış kâinat benzeri bir iç kâinat barındırıyoruz. Egonun sesini azaltabildiğimizde o sonsuz ve tek varlığa içimizden ulaşabildiğimizi hissederiz, kavrarız. Ve anlarız ki sonsuz sevginin içindeyiz ve o sevgi ile hamur edilmişiz. Bize şah damarından yakın olan tek şey ancak bizizdir, eğer şah damarından daha yakın olan biz isek demek ki biz neyin parçasıyız? Unuttunuz mu biz onun yeryüzündeki halifeleriydik yani temsilcisi, biz onun parçasıyız ondan olduk ona varacağız.







                                                                                
ŞEYTAN


 
Bilinen tüm inançlarda insanı yoldan çıkmasına sebep olarak gösterilen, tüm kötülüklerin ve korkuların yaratıcısı sayılan, İyi Tanrının karşısına teraziyi dengelemek için konulan kötü bir güç olarak lanse edilen tek varlıktan bahsedilir.  Aslı bir melek olan bu varlığa farklı isimler takılsa da bildik en çarpıcı ismi olan şeytandır, tüm fenalıkların sebebi!

   Melekler omzumuzda hatta aslında kafamızın içindeler demiştik, şimdi, Çevrenize iyi bakın, sizce kötülüğe sebep olan ve onu yaratan dışta bir güç gerçekten var mı? Siz hiçbir ağacın yâda bir kuşun yâda herhangi bir kayanın kötülükten bahsettiğini ya da bilerek kötülük yaptığını gördünüz mü?  Veya yaşamda olan herhangi bir şeyi iyi yâda kötü diye ayırdığına şahit oldunuz mu? Cevap hayır. Biz insanlar dışında bu ayrımı yapan evrende başka hiçbir şey yoktur. Yeryüzünde iyi yâda kötü olan her şey bir insan tarafından önce düşünülmüş sonra gerçeğe aktarılmıştır. İşin özü şudur, biz yapmazsak iyi yâda kötü ayrımını kim yapar? Hiçbir şey yapmaz! Eğer düşünce dünyamızı iyi şeylerle doldurursak bunu dışa vuruşumuz da iyi olur, tersi olursa kötü olur. Düşüncenin gücü müthiş yaratıcıdır, olan biten her ne varsa bir şekilde sebebi biziz, sahibi biziz, yaratıcısı biziz. Bu yüzdendir ki aklımızın içinden başka bir yerde bir kötülük yaratıcısı varmış gibi düşünmekten ve bir günah keçisi arayıp-bulup aslında sorumluluğu üzerimizden atmaktan vazgeçmeliyiz. Bir şeytan varsa onu dışarıda aramak bir yanılsamadır.

   Onarıcı ve yapıcı düşünmek zorundayız tersi ne olur biliyorsunuz. Kötülüğünde yaratıcısı biziz ama bu bizim kötü olduğumuzu göstermez, aslında kötülükte sevgiden yaratılmıştır. Her şey bir ve tektir ve sevgiden gelir. Sadece seçimler yaparız ve bu seçimlerin sonucunu her şeyle birlikte yaşarız.

   Dışta bir şeytan yoktur şeytan kafamızın içindedir. Aklımızdan geçirdiklerimize veya iç sesimizin neler söylediğine dikkat edersek ve o durumu isimlendirebilirsek, isimlendirdiğimiz şeyin iyiye mi kötüye mi girdiğini kavrayabilirsek işte o zaman neyin yaratıcısı olduğumuzu anlayabiliriz. Bunu anladığımızda da düzeltmeyi veya devam etmeyi bilinçli olarak seçebiliriz. Unutmayın Tanrı bizi sonsuz kere bağışlar yaptığımız her şeye müsaade eder onun bunu neden yaptığını insan aklıyla çözmeye çalışmak olanaksızdır. Bilin ki o her birimizi her ne yaparsak yapalım koşulsuz sever. Seçtiğimiz şeyler kötüyse seçmez ve dolayısıyla şeytanımızdan uzak dururuz. Bu şeytanında bir yaratıcısı vardır ve içimizde ki o şeytanın yani kötülüğün bile yaratıcısı yüce Allah’tır. O kendinde olan yaratıcılığı bizimde içimize de koymuştur. Tanrı kendi varlığını anlatmak için barındırdığı her şeye bir karşı şey koymuştur ve bahsettiği her şey aslında Tanrının kendini takdimidir. Siyah olmasaydı beyazı bilemezdik yâda iyi olmasaydı kötüyü de bilemezdik gibi… Tanrı kendini anlatırken içindeki sonsuz gücün her bir şeklini de anlatıyor, çünkü her şey bir.












ÖLÜM



  
  Canlı veya cansız her şeyin bir ömrü vardır. Görünen veya görünmeyen her şey er yâda geç biter ve bu bitişe özellikle canlılar için ölüm denir. Kutsal kitaplarda Tanrı “her canlı er yâda geç ölümü tadacaktır.” der.

  Tanrı doğum ve ölümü bir perde olarak, bir zar olarak kurgulamış. Bu kurguda evrenler arası geçiş bir ölüm haliyle oluyor. Bu bir tür illüzyon hali, Ölümü kutsal bir geçiş olarak kurgulayan bu mutlak gücü biz hep yanlış anlamışız, yanlışa çekmişiz. Kâinatta her ne olursa olsun bir gramın bile eksilmediğini söylesem bu durumda yok oluşa yani ölüme bakışınız değişir miydi? Eğer bir canlı öldüğünde maddi dünyanın ağırlığında bir kayıp olmuyorsa ölüp gidenin yitirdiği kütleye ne oluyor? Bu konuda soruları arttırmak mümkün ama durum daha da karmaşık olmasın diye sorulardan ziyade fikirlere geçmekte fayda var. Bir Gramın bile kaybolmadığı evrende bu aynılığı sağlayan tek şey maddenin yaratıldığı şeyden kaynaklanır, bu şey elbette ki enerjidir yani kâinatın yapı taşı, Her şeyin içinde olan ve her şeyin şeklini veya şekilsizliğini sağlayan şey. Aslında bu açıklama aynı zamanda Tanrının ne olduğunun da açıklamasıdır, Hani bize şah damarından bile daha yakın olan şey işte budur. Ölüm bir form ve bilinç değişikliğidir. Ölüm bir son değil başka bilince uyanıştır. Muhtemelen ölüm evrenin sonsuz yaşam katmanları içinde varoluşun değişik bilince ve forma geçişidir, bu olan şey her canlı yâda cansız için geçerlidir.

  İnsan için düşünecek olursak, kalbin durması vücudun stop etmesi ve zamanla bedenin çürümesi ve bu döngünün kadim zamanlardan beri milyarlarca insanda aynı gerçekleşmesi aslında ne kadarda normal oluyor.

     Tabiatın içindeki bu zeki devinim kurgulanmış bir mükemmellikle devam ediyor. Bu kurgunun içinde kendini günlük hayatta fazlaca önemseyen, kibirli ve kötü huylu egonun ne büyük çöküşüdür. Sahip olduğu her şeyle kendini isimlendiren ve hep var olacağını sanan, yok olmayı anlayamayan,” ben” sandığımız kimliğimizin çöküşü ve kendi gerçeğimize dönüşümüz aslında bir ölüm değil tanrıya doğuşumuzdur.  Bu dünyada olan biten her şey aklımızın içindeki sonsuz dünyada olmaktadır. Bu yüzdendir ki ölümlü zihin ve beden sisli bir havada daha ileriyi göremeyen göz gibidir. Oysaki çok kısa süren hatta anlık olan canlı ömrü bir düşünce formudur ve bu form bükülerek değişerek sonsuz devinimde sürmektedir, kalıcı olan ve çok azımızın bu hayattayken fark ettiğimiz asıl benliğimize döndüğümüzde ölüm bir trajedi değil bir düşün sonudur. Mevlana’nın bugüne düğün günü demesi nede güzel bir benzetmedir.













                
CENNET VE CEHENNEM




  Tanrı, yarattığı insanlar için ölünce gideceği iki yer yaratmış. Senaryo bu ya, İnsanın Günah ve sevaplarına göre bu yerleri derecelendirmiş. İyilerin gideceği yere cennet kötülerin gideceği yere cehennem adını vermiş. Tüm kutsal kitaplarında Tanrı buralardan bahseder. Buraları anlatır, tasvir eder. Gerçekten her şey bizim algıladığımız gibimidir yoksa biz yine işimize nasıl geliyorsa öylemi olsun istiyoruz?

  En eski bahsi geçen konulardan biridir. Yukarıda bir yerde günahsızların ve günahkârlın Tanrı tarafından gönderildiği bir yerin varlığından bahsedilir. Öyle iki farklı yerdir ki oralar günahsıza sonsuz saadet, günahkâra sonsuz eziyet vaat edilir. Her iki durumda da oralar bahsi geçen şekilde yerlerse gerçekten ya çok sıkıcı yâda çok ağır acıların yaşandığı yerler olmalı. Hiçte sahici durmuyor, acaba yanlış mı algılıyoruz?

    Evet, ölümle gidilen bir yer olmalı ama “ölüm” konusunda da işlediğimiz gibi hiçte durağan ve hep aynı şeylerin yaşandığı yerler olmadığı belli. Aslında çeşitli yaşam formlarının bulunduğu her yer cenneti ve cehennemi kendi içinde barındırıyor. Yaşadığımız hayata bakarsak içinde bulunduğumuz kendi yaşam koşullarımız zaten bizim cennetimizin yâda cehennemimizin olduğunun ispatıdır. Bizim mutluluk halinde sahip olduğumuz pozitif duygularla, acı çektiğimiz de içimize sanki bir ateş düşmüş gibi hislere sahip olduğumuz negatif duygular da birer mikro cennet veya cehennemdir.

    Her şey bizim algılamalarımızdan ibaret. Algılarımız hangi yöne açıksa yaşadıklarımızda algılarımızın açık olduğu deneyimleri hayatlarımıza çekiyor. Bir yerden sonra anlıyoruz ki her şeyin yaratıcısı biziz, her şey bizim düşüncelerimizin zamanla maddeleşmiş hali, öyleyse, yeryüzüne (yani aklımıza) Tanrının Krallığını indirebiliriz. Cennet ve Cehennem bizim içimizde ve içimizden akıp dışta gerçeğe (maddeye) dönüşenlerdir. Her İnsan içinde bir Tanrı zerresi taşıyor. Dünya denen bu oyun sahnesinde iyi yâda kötü diye nitelendirdiğimiz her şey kâinatta doğruluğunu kaybediyor. İyi ve kötü biz ego bilinçli İnsanın bir tür ölçü sistemi. Dış dünyada Karşılaştığımız her şey bizim iç dünyamızın dış dünyaya yansımasıdır, olan her şey dışta kendimizle yüzleşmemizden başka bir şey değil. Dışı düzeltmek için içi düzeltmek kesin bir gerçekliktir. İçi düzeltmek dışı düzeltmekten kolaydır. Cennet ve Cehennem yalnızca seçimlerimiz sonucu kendimize ve başkalarına yaşattıklarımızdır ve bu iki yeri biz her an bulunduğumuz bu bilinç seviyesinde yaratıyoruz.

    Tanrı ayırt etmeden her ne yaparsak yapalım biz çocuklarını koşulsuz sever, her ne yapmış olursanız olun hep bağışlanırsınız. Belki bu durumu anlamakta zorluk çekebiliriz, suçlular için adalet isteyebiliriz ama yargılamak Tanrının aklında gerçekliğini yitirir. Onun aklında bizim kinlerimiz yoktur, intikamlarımız yoktur, savaşlarımız yoktur, gördüğümüz bu negatif düşler(hayatlar) yoktur. Tüm bu bahsi geçenlerin bulunduğu yer tabi ki onun bilincinin içindedir ama o kadar ince bir çizgidir ki bu durum kendi bilincimizle her şeyi yaratanın bilincini anlamamız mümkün değildir. O hayrı ve şeri yaratan ve tüm bunlara sahip olandır, o iyiyi ve kötüyü sarılıp uyutandır, O mikroskop altında görüneni ve gözün görmediklerini yaratandır. Şimdi Tanrının olan her şeye sahip olması biz insan bilincinin sadece yaratımda ki sonsuzluğumuza yardımcı olur. Tanrının sınırlarını göremeyiz.

    Cennet ve cehennem bizim ölçü sistemlerimizin anlatımıdır. Bu kadar ölçüyle yaşarken sonsuz ölçüsüzlüğü anlamamız belki mümkün olmayabilir ama şunu bilmemiz yeterlidir; cennet veya cehennem, iyi yâda kötü, pozitif yâda negatif her ne derseniz deyin bizim içinde bulunduğumuz durumlardır, yaratımlarımızdır, yaşadıklarımızdır.









                                                                                                                                         
                                                                                                  



























BÖLÜM İKİ

Derinlik





















BOŞLUK





Tanrı, yaşadığımız bu dünyayı ve hem yukarıda olanı hem aşağıda olanı hem de içeride olanı yedi katmandan yarattığını birçok kutsal metinlerinde belirtmiştir. Der ki: Sizin için yerde olanların tümünü yaratan o’dur. Sonra göğe istiva edip de onları yedi gök olarak düzenleyen o’dur. Ve O, herşeyi bilendir, (Bakara Suresi, 29).

Evet, Dünyayı saran atmosfer yedi ayrı katmandan oluşmuştur hatta aynı şey yerküre içinde geçerlidir. Hatta hem yukarıya hem aşağıya inen katmanlar insan bedeninde de içe doğru yedi katlı çakra olarak mevcuttur.

İç evrene giden yol ve dış evrene giden yol, insan aklıyla kavrayabildiğimiz kadarıyla, aynı periyodik katmanı içermektedir. İçimizde taşıdığımız evrenin küçük modeli bizim tamda çoklu dünyalar arasında bir yerde olduğumuzu gösteriyor.

Senaryoyu yazan Tanrı, Bizim ruhsal iç evrenimizi dışa doğru madde evreni olarak büker ve madde evreni olan şeyi de kendi içine %99 boşluktan oluşturur. Bu durumda büyük bir düşün içinde, içten dışa, dıştan içe, bilinç olarak tekâmül edip durmaktayız.

Tanrı senaryoyu öyle kurgulamıştır ki var olan her şeyin sonunda hep boşluk çıkar ve her şey boşluktan gelir. Bizim algılarımıza göre boşluk hiçliktir, yoktur, anlamsız ve manasızdır. İşin aslı öyle değil aslında, çünkü boşluk olarak görülen her neyse işte tamda orası saklı düzeni, gerçek varoluş yerini tarif eder. Her şeyde var olan boşluk aslında bir Tanrı maddesidir. Boşluk her şeyin yaratıcısı ve bir arada tutucusudur. Her şeyde olan bu kadar boşluk yedi katın içinde de vardır, katların dışına gidildikçe gözle görülen oluşum kaybolur, katlar biter başka özgün şeyler başlar.  İç evren ve dış evren kaç kattan oluşursa oluşsun asıl amacı geçirgenliktir. Biz kattan kata, formdan forma geçeriz, biz bilinç olarak tekâmül ederiz, bitmeyiz.  Tanrının aklı içinde oluşuruz, Farklı maddelere faklı şeylere geçişler yaparız.

Tanrı dediğimiz sonsuz enerji biçimi aslında bildiğimiz yedi katın dışında sonsuz sayıda kat diyebileceğimiz geçişler ve varoluş formlarıdır. Yani o her şeydir, her şeyin başka şeye geçişi, bağlantısıdır ve “O” boşluğun kendisi olup, böylece doluluğu oluşturan ve onu bir arada tutandır.















                                                 






















****

Eğer buraya kadar kitabı okuduysanız lütfen Başlangıçta ki GİRİŞ 1’i tekrar okuyarak kitaba devam ediniz.


****

















KADER



  “Hiç şüphesiz, biz her şeyi kader ile yarattık.”  (Kamer suresi,49)

... Allah nelere gereksinmeniz olduğunu siz daha O'ndan dilemeden önce bilir. (Matta, 6:8)

  Tekamülün evrelerinden birinde yaşıyoruz. Genel tekâmül olduğu gibi kişisel tekamülde vardır. Düşünerek anlamamızın imkânsız olduğu şeyler anladığımız şeylerin yanında denizde damla gibidir. Yaratıcı “… Her şeyi kaderi ile yarattık” derken, Her şeyin bir öz (fıtrat) ile yaratıldığı ve böylece neye dönecekleri veya ne yapacaklarının belli olduğu ve bunun bir tür kod gibi olanın içine konduğunu anlatıyor.

  Üç boyut ile çevrili dünyamızın dışında bir gerçeklik algısını fark etmemiz kolay değildir. Kader; olacak olan her şeyin olmadan yazılmış olduğunu mümkün kılan kavram, Bir tür Geleceği bilme sanatı. Şimdi, şunu iyi anlamak lazım, bazı şeyleri insan bilimi, yorumu ve aklı ile bilmemiz, anlamamız olası değil. Bir üst anlayış, kavrayış seviyesine yükselmeden anlatılması kişinin anlamama durumunu daha da derinleştirebilir.

  Kader tüm varoluşun kolektif biçiminde de olabileceği gibi kişiye özelde olabilir. Kolektif bir kaderin içinde kişisel kaderimizin durumu ayrı değildir. Kişisel kader doğduğumuz zamana, şartlara, mekanlara göre değişiklik gösterir. Ama eğer bilinç düzeyimizi, farkındalığımızı biraz yükseltebilirsek ilk edineceğimiz intibalardan biri her şeyi kendimizin kurguladığı hissi olacaktır. Muazzam bir kurgu ile birbirine bağlı hayatların ve olayların aslında büyük bir oyunun parçası olduğu ve her şeye ve herkese bağlı olduğu gerçeği inanılmazdır. Öyleyse, her şey önceden kurgulanmışsa bir tür kurgu olan bu hayatı niye yaşıyoruz? sorusu gelir aklımıza. Bu soruya verilecek cevap bizim düşünce seviyemizin durumu ile anlaşılır veya hepten anlaşılmaz bir hal alabilir.

  Kolektif kader gibi içinde ki kişisel kader de deneyim içindir. Düşünerek anlamayacağımız bu yorum ancak konuşma dili his olan o fark edişle uyanabileceğimiz ve doğruluğunu kabul edeceğimiz bir biçimdir. Kader başımıza gelendir. Hayatımızda yaşadığımız iyi ya da kötü ne olursa olsun bir üst kavrayışa geçmemiz için gereklidir. Gerekli olduğu için ve canlı veya cansız neslinin tekamülünü gerçekleştirebilmesi için bir yöntem biçimidir.

  Kader, farklı farklı kavrayış sıçramalarımızda içeriğinin değişeceği ve başkalaşacağı bir ilahi sicimdir. Olayları olaylara, durumları durumlara bağlayan bir görünmez ip. Bedenlerimizin geçici olduğu, başka başka seviyelerde yaşam formalarına evrildiğimiz ve tüm bu formların muazzam bir bütünlük ile döndüğü ve sonsuz bütüne giden durumun ilahi aşk ile birleştirilmesine yardımcı olan forma Kader dersek, Mecburi yaşadığımızı sandığımız hayatın bütün için ne denli kıymetli olduğunu görebiliriz.

  Aklımızın alamayacağı yaşam seviyeleri var hem de sonsuz sayıda. Biz nasıl bu yaşam formunda alt veya üst seviyeleri henüz fark edemiyorsak, bizden daha alt sonsuz ve daha üst sonsuz oluş boyutları vardır ve belki bu devasa sonsuzluk bir atomun içine bile sığabilir dersem sanırım artık patlarsınız.











EGO (Nefs)


  Tüm inanışlarda, Kitaplarda açık veya gizli olarak işaret edilir. Nefs, nam-ı diğer Ego. Kendini dünya zevklerine kaptırma ve böylece ilahiden kopma sebebimiz. Herkesin içinde ki minik şeytan da desek olur. Aslında o gerçeğin üstünde ki hafif örtüdür. Şeytan ile yol arkadaşı, yani kişisel şeytanımız.

  Görünürde suçlayacak bir şeyin olmadığı, sınırlı anlayışımızın ortaya çıkardığı bir tür düşünce işletim sistemi. Genelde sistem maksatlı ve art niyetli komutlar yüklüdür. Kişinin bütünle bağlantısını koparma üzerine çalışır. Kendi varlığından başka bir anlayışa varmasının mümkün olmadığı sahte benliğimiz. Bizden bağımsız olmayan ama özümüzün de içinde bulunmayan şartlı, koşullanmış düşünce birikimlerimizdir, Yine bir tür çöp de diyebiliriz. Fakat o kadar etkilidir ki, kişisel şeytan bizi sarmalar, oyalar, avutur. Sürekli düşünür, konuşur, kötümser ve depresiftir ve kendinden başka bir gerçekliğe izin vermez. Bilincin (İlahiyatın) ortaya çıkmasına tahammülü yoktur.

  Onunla savaşarak başarı elde edemeyiz. Bu sahte yazılım programınız doğuştan itibaren yaşadıklarımızla şekillenen otomatik yüklenen ve devrelerimizi ele geçiren bilinçsiz ama işine komutlanmış bir yanılsamadır. Eğer küçük yaşlarınızı anımsayabilirseniz, onsuz günlerinizi hatırlayabilirsiniz. Doğduğumuz özden bizi koparır.  Bu boyutun bir kurgusu. Onu ancak fark ederek ve olmasına izin vererek devre dışı çıkarabiliriz. Öyle bir sistem ki bu ifade etmesi ve anlatması hem zor hem basit. Kendi içimizde görünmeyen ve bilinmeyen bir durum. Hiç fark edilmeden bizi bir ömür “ben” hakikati ile yanıltan içimizdeki entegre olmuş şahsi düşmanımız. Hakiki özümüze ait olmayan ama aslında hakikatmiş gibi bizi yanıltan, düşüncelerimizin arkasında çalışan programdır.

  Eğer içinizde merhamet, sevgi, minnet, şükür gibi duyguları varsa o devre dışıdır. Eğer içimizde Gaddarlık, kötülük, endişe, Şüphe, Kıskançlık, çıkarcılık gibi duygular varsa o devrededir. Onu fark edebilir ve anlayabilirsiniz ama iptal edemezsiniz. Sessiz ve belli belirsiz sahte bir kimlik. Bir tek şekilde üzerinizde ki etkisini azaltabilirsiniz; Bilinç düzeyinizi, farkındalığınızı arttırarak, İlahi bilincin kapısını aralayarak bütünün parçası olduğunuzu idrak ederek ve ipleri öz varlığınıza vererek rahatlayabilirsiniz. O bu yaşam formu içinde sizinle yol almaya devam eder. Ruhsal dinginliğe, sıçramaya, bilincin bir üst seviyeye yükselmesiyle direksiyonu ondan alabiliriz.

  En büyük belirtisi sürekli düşünen bir ses şeklinde içimizde var olmasıdır. Peki bu ses ben değilsem “ben” kimim? dediğinizi duyar gibiyim. Konuşan, yiyen, içen, mücadele eden, hayatını bir isim, bir cisimle sürdüren “ben” kimim o zaman? Sormaya devam etmeni tavsiye ederim “sen” aslında nesin?












BAŞKA BOYUTLAR


Göktekiler ve yerdekiler, isteyerek veya istemeyerek gölgeleri ile birlikte Allah’a secde ederler.” (Rad, 15)

  Hadiste, canlı demiyor cansız demiyor, bir şeylerin derinliğinden, olanın olmayanın, görünenin görünmeyenin, hep birlikte, yalnızca kendileri değil gölgeleriyle (!) Allah’a secde etmeleri gibi çok katmanlı bir şeyi işaret ediyor.
 
  Başka boyutların hemen hemen her kutsal kitap veya metinde bahsi geçer. Yedi kat denir, saklı düzen denir, varlık ya da yokluk alemi denir, öteki dünya denir. Buna bilimin bakışı hep teori üzerine kuruludur. Maalesef bilim ekonomik olarak egemen güçlerin etkisinde olduğu için çok azı gerçek manada bağımsız işler yapar. Bırakın başka boyutları yalnızca başka boyut kavramı bile başlı başına sonsuz bir anlatım ve kavrayış konusudur.

  Diğer konularda da anlatmaya çalıştığım gibi sonsuz sayıda boyutların olduğu ve bunların her seviyede birbiri ile bağlantısal olduğu doğrudur. “Sonsuz sayıda olup da her şeyin bütünün parçası olması” diye bir cümle kurmam da konuya yeteri kadar derinlik katacaktır.

   Maalesef bir başka boyuta yükselmek konusunda herkes çevresinde bunu yaşayan birine rastlayamıyor. Uçan, kaçan, ortadan kaybolan kişiler var zannediyoruz. Konu bir efsane gibi, gerçeklikten kopuk duruyor. Dikey ya da yatay farkındalığın bile gerçekliği anlaşılamayabilir. Bir anlık bir sıçrama, bir hisler yumağı, düşüncenin devre dışı kaldığı bir an varlığı görülebilir. Öyle bir boyut doğal olarak anlaşılmaz çünkü, bu boyutta ki cümlelerle dile getirilmesi ve tarif edilmesi kolay değildir. Boyutların idrakinde hissettiğiniz bütünlük, hiçlik duygusu, yaşadığınız hayatın asıl gerçekliğin silik birer kopyası olduğu durumu gibi hissiyatta meydana gelen sıçramalar diğer boyutların size kendini ifade biçimlerinden biridir.

  Üç boyutlu evrenimizde, iç içe tek boyuttan hiçlik boyutuna veya beşinci veya yirminci boyuttan sonsuz derinliğe geçmemiz akla yatkın gözükmüyor. Zaten akıl devredeyse mümkün gözükmez. Dünyada gerçekten farklı boyutlara geçmeyi başarmış insanlar hep olmuştur. Bu zat-ı muhteremlere ya ermiş deriz ya peygamber ya sıyırmış, delirmiş deriz. Oysa ki onların gördüğü dünyada ki muhteşemliği anlamamızın imkânı olmadığından gerçekliklerini kabule etmemiz çok zordur. Oysa ki bu tür boyutlara sıçramayı herkes gerçekleştirme kabiliyetine sahiptir.

  Bilimciler her şeyi üç boyutlu dalga boylarıyla anlamaya çalışıyorlar. Oysa boşluğa bakarken üç boyutun dışında başka bir boyutla görme imkânları olsaydı muhtemelen orda boşluk değil başka şeyler göreceklerdir.

  Yine de konuyu basitçe anlatabilmek için bilimsel olarak bakacak olursak, aslında her şey bir dalga boyudur. Dalga boyu tıpkı tv veya radyonun yayın frekansları ile benzeşir. Kumandaya bas başka kanala geç gibi. Tabi durum daha komplike. Burada durum başka bir kanala basıp benzer tv yayınını izlemekten farklı. Her boyut arasında ki ulvi farklar muazzamdır. Kelimeye ancak bu kadar dökülebiliyor. Aslında o durumun insan dillerinde tam karşılığı yoktur. Bu sadece parmakla orayı göstermek gibi bir şey. Durumun tam karşılığını ifade etmenin başka yolu yok.

  Başka boyutlar sonsuz sayıda vardır ve İlahi gerekçe bunları sebebiyle birlikte yaratmıştır. İnsan bu durumun dışında değildir. Bilakis en önemli halkalarından birinde bulunmaktadır.

  Dünya ve yaşam formları usulca bu boyutlara geçme evresindedir. Bunu gözle görmeye çalışmanın manası yoktur. Bu gerçeklik his ile olmaktadır. Oluşan bu sesiz ve devasa durumu beş duyumuzla fark edemesek bile bu durumun olmadığı anlamına gelmez.

  Yine daha öncede ifade ettiğim gibi bu sonsuzluk ve tanımlanamaz büyüklük bir cevizin içine bile sığabilir dersem, tabi ki şaşırırsınız. Peki bir cevizin içine sığmasından bahsettiğimiz sonsuzluktan biz o bir cevizin içinde ki trilyonlarca atomlardan birinin üstünde yaşıyor olsak ve o sonsuz cevizlerden sonsuz kere sonsuz olduğunu söylesek, Hiçlik duygusu sizi sahte benliğinizden koparım bir an olsun gerçek benliğinizle bağlantı kurmanıza vesile olur mu acaba? Peki bu soruyla sizin anlıkta olsa bir başka boyuta uyanmanıza sebep olduk mu?















BÖLÜM ÜÇ


Gerçeğin Peşinde
.
.
.


Yazarın haklarını korumak ve emeğinin karşılığını vermek amacıyla kitabı Smashwords.com, kobo.com ve Publitory.com'dan satın alabilirsiniz. TIKLA



iletişim: almanyamerkez@gmail.com