..

..

MİLYONER BUDA




İÇİNDEKİLER



BÖLÜM BİR

-Gerçeğin Doğuşu

-İletişim Sistemi

-İçsel Uyanış

-Fark Etmek

-Durum Tespiti

-Neye İnanıyorsunuz?

-Bilinçaltı




BÖLÜM İKİ

-Herkesin Hazinesi

-Gerçek Hep Orada Duruyordu

-Kelimelere Sığmayan Güç

-Bilinç ve Bilinçaltı

-Koşulsuz İtaat




BÖLÜM ÜÇ

-Zihnin Nasıl Çalışır?

-Bilinç ve Bilinçaltı Arasında ki Farklar

-Telkinin Gücü

-Bilgeyi Çalıştırmak




BÖLÜM DÖRT

-Hayatı Yaratmak
-Bilinçaltı ve Sağlık
-Hazine sandığı
-Alaaddini Çağırmak
-Zenginlik Doğası






 “Gözlerini dört açıp bakarsan, bütün imgelerde kendi imgeni göreceksin ve kulak açıp dinlersen, bütün sesler içinde kendi sesini duyacaksın.”


                                                                              


BÖLÜM BİR


GERÇEĞİN DOĞUŞU

  Zenginlik herkesin hakkı! Kainat bu kadar zenginlikle, bollukla, çeşitlilikle doluyken ve bu zenginlik sürekli artıyor ve de çeşitleniyorken, biz insanların yokluk ve yoksulluk içinde bir hayat yaşaması düpe düz ahmaklıktır.


 İnsanlar; duymuyorlar, görmüyorlar, bilmiyorlar, anlamıyorlar, hissetmiyorlar. Zihinleri yargılarla dolu, fazlasıyla tıklım tıklım, kalabalık. Gerçekle birlikte olmalarına rağmen, gerçeği dışarıda arıyorlar. Böyle olması için, insanları kendi öz varlıklarından koparmak için kurulmuş bir düzen var. İnsanları dışa dönük yaşatıyorlar. Haz peşinde, para peşinde, gösteriş, makam, mevki peşinde süründürüyorlar. Gerçekmiş gibi bize dayattıkları her şey yalan. İnsanlar öyle robotik bir hale getirilmiş ki, şaşılacak şekilde bir tür hipnoz halinde yaşıyorlar.

  Gerçeği gören çok az. Gerçeği görene yaşama şansı bırakılmıyor. Gerçek ile yaşayanlar itibarsızlaştırılıyor, yaftalanıyor, olmadık şeylerle karalanıyorlar ve böylece dünyaya küstürülüyorlar. Kendi doğrularını bir köşede kendi içlerinde yaşıyorlar ve insanlığın bu haline dehşete kapılmış bir biçimde üzülüyorlar.

  Sistemin sunduğu inançlardan vazgeçenler ve başka bir şeyden bahsedenler için hala üstü örtülü bir şekilde cadı avına çıkılıyor. Başka bir doğrunun olma ihtimali kabul edilmiyor, edilemiyor. Her inanç sistemi mutlak kendini doğru kabul ediyor ve diğer her şey şeytan işi görülüyor.

  Aynı kalıptan, aynı tornadan çıkmış insan yığınları; koyu, dalgalı, düzensiz, hırçın ve önüne geçilemez bir taşkın nehir gibi önüne ne gelirse yıkıp geçiyor.

  Dayatılan bu hoş ve boş hayat, geride keder ve kötülük bırakıyor. Artık her doğan insan bu kötülüğe bir kötülük daha ekleyerek ölüyor. İyilik; değeri olmayan, statüsü olmayan, değersiz, önemsiz, etkisiz bir garabet olarak görülüyor. İyiden, iyilikten, merhametten, hoşgörüden bahseden herkes; o sert, barbar, merhametsiz yığınlar içinde katlediliyor. Öldürmek illa can almak değildir. Bir insanı yaşarken ölü haline getirmek artık insan yığınları için sıradan, olağan, normal bir şey. Kendinden olmayanı aşağılamak, incitmek, bitirmek, hakaret etmek, yok etmek bir hak, bir lütuf olarak algılanıyor.

  İnsanlar cahil. Cahil bırakılıyorlar. Böyle olmaları isteniyor. Buna da yeni dünya düzeni diyorlar. Tüketsin, yönetilsin, kabul etsin ve karşı gelmesin. Şimdi bu devasa güruh; eline parıltılı yiyecekler, oyuncaklar, giyecekler, hazlar sunularak idare edilmesi daha basit hale getirildi.

  Gerçek; o temiz, berrak, menfaatsiz, sevgi dolu, anlayışlı, derin, anlamı yer! Orada, burada, şurada, sende! Kendinle barış, kendine yol aç, zihnini sadeleştir, kaostan çık. Gerçek zenginlikle karşılaştığında şaşıracaksın. Bildiğin hiçbir şey seni “gerçek” kadar özgür bırakamaz. Gerçek sahip olduğun beden, yaşadığın dünya, içinde bulunduğun evren, görünen ve görünmeyen her olasılığa geçiş sağlayan tarifi imkânsız bir alandır. Gerçeğin potansiyeli seni esas manada özgürleştirir!

İŞLETİM SİSTEMİ

  Güncel düşüncelerimiz yüzeyseldir ama buna rağmen fazlasıyla gerçek durur. Kolay anlaşılması için bunu bir bilgisayar ekranına benzetebiliriz. Bütün marifet ekranda ki görüntünün ardında işleyen ve görüntünün oluşmasını sağlayan işlemcidedir. Oysa biz aynen güncel düşüncelerimiz gibi geride ki büyük işlemciyi göremeyiz ve ekrana takılı kalırız.

  İnsanda bir bilinç vardır birde bilinçaltı. Yani bir ekran vardır birde işlemci. Önemli olan işlemcidir. Ekran işlemcinin birleştirip hazır hale getirdiği görüntüden başka bir şey değildir. Yani ekran bir sonuçtur. Bütün marifet sonucu hazırlayandadır.

  Kolay anlaşılması ve durumu anlaşılır hale getirmesi için birkaç soru sormak yeterli olabilir; bilgisayar işlemcisi işeyecek bilgileri nerden alır? Cevap çok basit, ona yüklenen kodlardan. Kodları kim yükler? Bilen biri bir kodlar algoritması hazırlar ve istediği görüntüyü elde eder. İnsan zihnide buna benzer bir sistemle çalışır. Bizim işlemcimiz (Bilinçaltı) işleyeceği kodları güncel hayatta başımıza gelen durumlara verdiğimiz tepkilerimizden, sözlerimizden ve düşüncelerimizden oluşturur. Hayatımız boyunca yaşadığımız şeylerin yüklendiği yer olan bilinçaltı durumlara verdiğimiz tepkileri toplar, zamanla benzer durumlara otomatik tepkiler verecek hale getirir. Bu kodlar hep aynı kaldığı ve değişmediği için programın kölesi olur ve hep aynı şeyleri yaşar dururuz, kader! Kodlar ve emirler aynıdır ve biz kendi kendimizin esiri olmuşuzdur. Değişmek istesek değişemeyiz. Peki bunun bir yolu yok mu?

  Bir kere şunu tüm dini, ideolojik, sosyal ve önyargılardan geçerek kabul etmek zorundasınız; Başımıza gelenleri biz yaratıyoruz! Buna ister inanın ister inanmayın ama gerçek bu. Hatta bu gerçeğe ne kadar çok direnirseniz o kadar çok ağırlaşır mahkûmiyet şartlarınız. Gerçek sizi özgür kılar.


"Milyoner Buda" e kitap çıktı. Zengin olmanın doğasını öğreten bu kitaba smashwords.com'dan ulaşabilirsiniz

 MORYOL / YouTube
MORYOL 'a YouTube üzerinden ücretsiz abone olun..!

BALIKÇI PRENS







BALIKÇI PRENS

Erdal AKDOGAN
















Copyright © 2017 Erdal AKDOGAN
Tüm yasal hakları saklıdır














BÖLÜMLER




Zamanın Birinde Bir Göğün Altında
Sevgi Duvarının Düşüşü
Taht Oyunları
Gerçeğin Sahiline Vuran Balık
Hakikatin Aydınlığı
Evrenin Dili




ZAMANIN BİRİNDE BİR GÖĞÜN ALTINDA


  Henüz yer bilinmez gök bilinmezdi, gecelerin ay ışığına teslim olduğu, ateşin bilindiği, demirin dövüldüğü, mermerin oyulduğu kadim zamanlardı.

  Başa gelen her felaket Tanrıların gazabını, gerçekleşen her dilek Tanrıların büyüklüğünü gösterirdi.

  Bir hikâyenin en yakın yerleşim yerine ulaşana dek efsane olduğu, sadece sözün geçtiği yazının henüz çokta bilinmediği bilenlerin ise herkese öğretmediği, gizli bir bilgiyi saklar gibi sakladığı, gizemi fazla çözülmüşü az bir dünyaydı ve telaştan yoksun mecburi sabırdan bol hayatlar zamanıydı.

  Kadının da erkek kadar etkin olduğu, hayvanların ve ağaçların bol olduğu, her daim işçilerin çoğunlukta efendilerin azınlıkta bulunduğu ama hâkimiyeti alanın hep azınlıktaki zenginlerin olduğu, efendiler zamanıydı.




  En yakın yerleşim yerine gidişin günlerce hatta haftalarca sürdüğü, o yolsuz, izsiz, sessiz, ıssız tepelerdeki koşan at sesleri ve at üstündeki elçilerin ellerindeki fermanlarla, hâkim topraklardaki beylere efendilerinin buyruklarını götürdüğü, soruların geç gittiği cevabın zor geldiği uzak zamanlardı.

  Zalimin zulmü adalet olur karşı çıkanın boynu vurulurdu ve zalime karşı savaşanında şanı yürürdü. Her yönetenin zalimleştiği, zulmünü kendi rüştünü ispat için şart koştuğu ve ondan beklendiği gibi zulmünü en acımasız biçimde uygulayıp ispat gösterdiği, zalim hükümdarlar zamanıydı.

  Yerleştikleri yerlerde değişik beylerin egemenliğine giren, bir o kavimden bir bu kavimden halk ilan edilen, zamanda bir yerde, toprağın üstünde göğün altında, kim olduğunu bilmeyen ve dünyayı bildiğinden ibaret sanan, ataları gibi olan, yediği içtiği




Giydiği değişse de talihi değişmeyen, asılan, kesilen, damı yakılıp yıkılan, talana uğrayan, yaşantıları toprağa ve hayvana dayanan, dar hayatların süregeldiği benzer yaşantılar zamanıydı.

  Gemilerin ahşap, deniz seferlerinin zor olduğu, savaşların kılıçla yapıldığı, sık sık hükümdarların yıkılıp toprakların hâkimiyetinin değiştiği, kimin hangi milletten olduğunun bilinmediği, düşle örülü gerçeklerden yoksun kadim günlerdi.

  Ve o günlerde, her şeyin aynı olduğu yeryüzünde, denizin ortasında, efsanelere konu olan, insanların yaşadığı büyük bir ada bulunurdu. Güneşi sıcak, çiçeği bol, insanı mutlu, zamanın donduğu zarafetin çok olduğu, benzeri olmayan farklı ihtişamı ile dillere destan ve iştah kabartan bir ada Krallığı; Vorvedus.


 Erdal Akdogan'dan muhteşem bir kitap "Balıkçı Prens"! Bir Prens ve yolunun kesiştiği bir balıkçının ilginç hikayesi. Kitaba; smashwords.com, Kobo.com ve Publitory.com'dan ulaşabilirsiniz.












  Küçük bir çocuğun Grafiti'den oluşmuş bir dünyaya yaptığı macera dolu resimli güzel bir kitap. Kitaba; Amazon.com, smashwords.com, Kobo.com ve Publitory.com'dan ulaşabilirsiniz.



                             



  Resimli Çocuk Kitabım Türkçe ve Almanca olarak yayında. Kartal, karga ve kuşlar arasında geçen sürükleyici bir mini kitap. Kitaba; Amazon.com, Smashwords.com, Kobo.com ve Publitory.com'dan ulaşabilirsiniz.

Buddha and Rumi ( Mevlana ve Buda ) 

Türkçe ve İngilizce tüm dünyada yayında. Kitaba Amazon.com, Kobo.com, Smashwords.com ve Publitory.com'dan ulaşabilirsiniz.


 "Bay Miko'nun Kısa Hikayesi" Yeni kapağıyla birlikte İngilizce olarak ( Mr. Miko's Short Story ) tüm dünyada yayında!     Amazon.com,Kobo.com, Smashwords.com ve Publitory.com'da  ulaşabilirsiniz


 "Bay Miko'nun Kısa Hikayesi" İngilizce olarak Tüm dünyada yayında! Kitaba Amazon.com, Kobo.com, Smashwords.com. Publitory.com'da ulaşabilirsiniz


MR. MIKO'S
SHORT
STORY


Interdimensional Travel








Copyright © 2017 Erdal Akdogan
All legal rights reserved!








Table of Contents

Dark Country
Loop Begins
Essence Call
Obscurity
Transition Between Dimensions
Done

  






By Erdal AKDOGAN

Translator: Mss. G. GOZPINAR







Presentation

  A simple manner of telling, short but stunning worlds we carry within ourselves, a memory of its own in this story of a journey to other worlds.






Dark Country

  Mr. Miko lived in a world where darkness is normal and light is miraculous. To the opposite of us human's world he had a relatively bizarre or even disgusting way of life. For us, dirty, slimy and smelly but according to them, they live on the shore of a sacred river with numerous fellow creatures like himself. Their lives depended on that river, because a lot of food that came from the River to feed them was vital. They didn't know alternatives, because they did not know any other way. A natural instinct would lead every of kind to this river and they would start to feed. Sometimes because of terrible and huge items and sometimes because of some foods that came from the River their would be collective deads between them.


  Sometimes the rivers suddenly dried out. No one does know where this river came from. In any case, Mr. Miko's most fellows did not know where this River came from and where it goes or they did not even have the capacity to think about their life. They had an instinctive and simple form of life, of course, except Mr. Miko and a few friends of him.

  Sometimes in the dark there would happen strange enlightnings around, Mr. Miko and his friends who did not know what this was, enjoyed watching the moments turning to visual feast with asthonishment. It was a fantastic thing happened for them. They just stood there amazed and surprised.



   They had sharp senses to see the dark world but Mr. Miko and his friends were slightly different from their fellows. He and a few friends are able to see, instead most others had not the ability to see. Other creatuers can live their lives with touch and tasting, Mr. Miko and a his friends live so much better thanks to their ability to see. At first they did not know the difference of this situation but over the time they realized the importance of seeing and were aware of the difference. The fellows already had a strange life they were even more strange besides them. As darkness is a used way of life and the fact that they should get disturbed by some light, this did not happen to Mr. Miko and his friends. As they could see, sometimes shimmering things in the dark attracted them and also unanswered questions about their lives came up in their mind.




 Yazarın haklarına saygı için kitaba Amazon.com, Kobo.com, Smashwords.com. Publitory.com'da ulaşabilirsiniz. TIKLAYIN









İngilizce yayınlanan "Buddha and Rumi" isimli kitabım Dünyanın en sitelerinde yayında !



BUDDHA
and
RUMI

Identical Souls







Copyright © 2017 Erdal Akdogan
                              















                            
By Erdal AKDOGAN























                                    
                                    
                                   Author's Preface


  I tried to bring together the words of these two private figures who have contributed to the spiritual development of mankind and bring out their similar aspects. I suppose that this mini book is the first specialized work done in this regard.

  I found it impressive that the words of these two people who lived in different times, in different geographies and in different beliefs, are almost identical and point out the same thing.

  Their agelong guidance continues today in a very effective way. In the words of mentors such as Ibn Arabi, Hafiz, Yunus Emre, Osho, Echart, Mooji, you can find similar things they said hundreds of years ago. The way they point out is the same. The words they said are genuinely universal. These words shake every person deeply who is on the spiritual path and their guidance continues impressively over time and space.






















                                      Life of Rumi


  He was born in 1207 in the Belh region of Horasan, in the town of Vakhsh in the borders of Afghanistan. His father, Bahaeddin Veled, was a famous scholar of the period and was known for his title "Sultan of the scholars". There are widespread remarks that his ethnic origin is Persian, Tajik or Turk although there are debates about it.

  One year after the death of his father, Bahaeddin Veled, Rumi went under the spiritual decree of Sayyid Burhaneddin who came to Konya in 1232 and served him for nine years. He died in 1273.

  Rumi is one of the most prolific scholars in his religion Islam. He has brought a universal breath to the religion, far above its time. His masterpiece is Mesnevi. His epithet is Celâleddin. The title of "Mevlânâ" in the sense of "our master" has been spoken to honor him. Hudâvendigâr, another agnomen, is given to Rumi by his father and comes from the meaning of "sultan''. Rumi is called Mevlana in Anatolia where he lived as well as he called Belhî in the city he was born. He was also mentioned with the name of Mullah Hunkar and Moll-yi Rûm because of his profession. Mevlâna Celâleddin-i Rumi, known as "Mevlana" in today's eastern world, is very influenced by Shams Tabrizi, he has fallen in divine love and has searched God in the image of man.












                                                    



                                  Life of Buddha


  Siddhartha Gautama's birth and death dates are not certain. It is estimated that he was born in 563 BC. He was born in Lumbini near the Nepal border and belonging to the Sakya dynasty.

His father Suddhodana is the king of the Sakya tribe. His family gave him the name "Siddharta" which means " He Who Achieves His Goal". The name "Shakyamuni" indicates his origins.

  Siddhartha Gautama lives in a palace in early years of his life. His father desired his son Siddharta to be the next king after him, did not allow his son leaving away from the royal palace so he would not see senility, sickness and death on the streets.

  Siddharta Gautama has become aware of what life really is when he is 29 years old, he realized that richness, luxurious life does not bring happiness, that people's sufferings and meaningless of his own life.

  Siddharta Buddha left his city when he was 29 years old, leaving his newborn son Rahula and his wife Yasodhara behind and went to search for the way to the salvation of the sufferings and pain.

  For six years, he has wandered around in the Ganges valley like pilgrims, and has frequently practiced the teachings of the ascetism. However, he has found out that these religions and knowledges were not serving his purpose and he gave up. After leaving them, he first began to look for his own way through deep-thinking techniques (Meditation) and described it as "middle way."

  In the world, his general name is "Buddha". He is known as the founder of Buddhism.

Source: Wikipedia.org

















What you seek is seeking you. Rumi

What you think, you become. Buddha


  People define themselves with what they do, with their words, with their actions, with what they think. The key to what kind of life we will live is hidden in us. What we live is nothing but in a way putting in words our very selves. The person reflects himself in another way of expressing. Everyone read himself along with what he lives.

  Everything happened to us are reflections of our inner state, whether we accept it or not. If what comes out first starts glazed within us and life is nothing but these secrets coming to light, then we must look inside ourselves to change things. We have to bring our thoughts together, get rid of scattered thoughts and we have to think in that way in order for our life to have the things we want in the universal rules of life.



























Love is cure. Love is power. Love is the magic of changes. Rumi

  Hatred does not cease by hatred, but only by love; this is the eternal rule. Buddha


   There is a wise saying, "to look in terms of eternity". It has been told for us to see the big picture and understand the casual relationship in our lives instead of looking with daily angles. Love is modest and light. Hatred is exaggerated and heavy, that is why it seems more real and convincing. Whereas love is real. Love contains mercy, forgiveness, understanding, faith, respect, acceptance, awareness. One will open our soul to eternity and the other will throw us into a cell. Love is healing, medicine, and the language of the universe.


Yazarın Haklarına saygı için Kitabı amazon.comsmashwords.com, kobo.com veya publitory.com'dan satın alabilirsiniz ! TIKLA



















ARABA
Erdal Akdoğan





Copyright © 2017 Erdal Akdogan
Tüm yasal hakları saklıdır!






















                                        Yayıncının Öz Sözü


  Erdal Akdoğan yeni nesil çağdaş yazarların en etkili kalemlerinden birisidir. Hikayelerinde kısa ama etkili bir yol izler. Kısa hikâye, öykü veya şiir kitaplarında mümkün olduğunca az kelimede çok şey anlatmayı sevmektedir. Okuyucuyu detaylara boğmadan, konuları çok net ve anlaşılır bir biçimde sunar. Okuyucuya kısa sürede okuyacağı sunumlar yapar. Kitapları kısa sürede okunur ve uzun süreli etkiler bırakır. Bu yazarın yazım karakteridir.












Yazarın Ön Sözü

  Kitaplarımı, okumayı sevdiğim biçimde yazıyorum. Kelimeleri özenle seçiyor ve anlatmak istediklerimi net biçimde anlatıyorum. Okuyucuya vermek istediğim duyguyu geçirmek için etkileyici ve kısa cümlelerle anlatmaktan keyif alıyorum. “Hap” tabir ettiğim şekilde yazıyorum; Kısa, etkileyici, net.

  Bu mini tiraji-komik hikâyede de yine okuyucuyu kelimelere boğmadan konuyu net ve anlaşılır biçimde sunmaya çalıştım. Bu mini kitabı Trende, Vapurda, Arabada, Gemide bir çırpıda okuyup bitirebileceğiniz ve üzerinde günlerce düşünebileceğiniz bir kurgu ile yazdım. Yeni hikayelerde buluşmak üzere, iyi okumalar dilerim. 





















  Ticaretle uğraşıyordum. Hızlı tüketim sektöründe içecek dağıtımı yapan bir işletmem ve bunu gereği olarak dağıtım arabalarım ve de çalışanlarım bulunuyordu. Şehir içinde market, lokanta, bar, cafe, büfe gibi işletmelere satış ve pazarlama yapıyorduk. İşim için iki tane ticari panelvan arabam vardı. Daha öncede işim için arabalar alıp daha sonra yenilemek amaçlı satmışlığım vardı fakat en son sahip olduğum iki tane aynı marka, aynı model ikinci el ticari araçtan çektiğimi anlatsam inanmazsınız. Askerlik anısı gibi düşünmeyin, yazacaklarım öyle tek düze değil tersine işin ruhsal derinliği, psikolojik travması, sadistliği ve mazoşistliği, kaderciliği hatta şizofrenik boyutları da bulunuyor. Bu yüzden anlatmak yerine yazmayı tercih ettim. Böylece tarihe not düşüyorum. Malum söz uçar yazı kalır. Tabi mahkemelik olmamak için araçların modellerini yazmayacağım. Çok bildiğiniz bir model olmadığını yazmam genel bir kanı oluşturmanıza sebep olmayacağından, kanıdan sebeple hukuki durumlarla karşı karşıya gelmemin de söz konusu olamayacağını düşünerek içim rahat şekilde hikayemi yazmaya devam edebilirim.

  Hayatınızda herhangi bir eşyanız için hiç “acaba düşünebiliyor mu?” diye kuşkuya kapıldığınız oldu mu? Sizi takip ettiğinden, sizin açığınızı aradığından veya zayıf anınızı kolladığından şüphe ettiğiniz oldu mu? Benim böyle kuşkularım çok oldu. Bunun psikolojide bir karşılığı var mı? bilmiyorum ama bazen bu iki arabanın aralarında konuştuklarını düşünmeme sebep olacak şeyler yaşadım.

   Biri arızalandığında diğeri de en geç ertesi gün, hatta o gün, hatta hatta on dakika sonra bile bir diğerinin arıza çıkardığını tecrübe etmişliğim vardı. Özünde eşya olan böyle mekanik aletlerin bana komplo kurma şansı milyonda bir bile olsa olabilir miydi? Bu ihtimali düşünmeme sebep olacak çok şey yaşıyordum ve her defasında kafayı sıyırdığıma kanaat getirip kendi açtığım konuyu kendim kapatıyordum. Böylece kazanan onlar oluyordu. Tuhaf!

  En sonunda birini sattığımda sapasağlam arabayı alan kişiden sattıktan on dakika sonra telefon aldım. Bana açar açmaz çemkirdi ve ona arızalı araba sattığımı, arabanın yolda aniden arızalandığını ve durduğunu bu yüzden de arabayı geri vermek istediğini söyledi. Tabi ona arızalı araba satmadığımı ve arabanın arızalı olmadığına dair ikna etmek için döktüğüm terleri ben biliyorum. Evet, nihayet arabadan birini satma kararı vermiştim ve satma kararı verdiğim araç kısa süre sonra birden arızalanmıştır, bu bir tesadüf müydü? Bilmiyorum ama ben arızasının tamirini yaptırmıştım. Hatta usta bana “bir an önce bu arabadan kurtul yoksa başına kalacak” da demişti ama bunu tabi ki alıcıya söylemem mümkün değildi.


   Bilmem dikkatinizi çekti mi arabayı satma kararı aldığımı yazdım ve bu karardan hemen sonra arabanın arıza çıkardığı ile cümleye devam ettim! Aslında benden ayrılmak istemediklerine ve bunlardan kurtulamayacağıma ben çoktan razı olmuştum, kader böyle bir şey olsa gerekti! Olandan kaçamıyordun! Araba benden ayrılmak istemiyor olabilir miydi? Yok daha neler? Dedim ve konuyu yine kapattım.







Yazarın haklarına saygı için kitabın devamını smashwords.com, kobo.com veya publitory.com'dan  alabilirsiniz. TIKLA